Küresel çöküntü, çıkış yolları ve Türkiye

Koronavirüs, sosyal ve ekonomik hayatı felç etmekle kalmadı, enerjide tarihte benzeri görülmedik krizleri de tetikliyor. Bir çok ekonomi neredeyse ekonomik büyüklüğünün yüzde 10 ila yüzde 20’sini kaybetmiş durumda, büyüme oranları süratle güney istikametinde iniyor.

Gıda ve su milliyetçiliği, otoriter yönetimlere kayma riski ile at başı gidiyor. Sağlık riskinin yüksek olduğu “kırmızı” bölgelerden “yeşil” daha güvenilir coğrafyalara göçmen akışı başlayacak kısıtlamalar kaldırıldığında.

Kasım’daki Başkanlık seçimlere kilitlenmiş olan Başkan Trump’ın acilen bir “düşman”a ihtiyacı var tüm suçu ve sorumluluğu yükleyeceği. Yakında “Sarı Tehdit” söylemi daha yüksek sesle dillendirilecek, jeopolitik gerginlikler, ticaret, teknoloji ve kur savaşları hız kazanacak gibi.

Koronavirüs salgınının enerji dünyasındaki şimdiye kadarki en belirgin ve ani ekonomik darbe etkisini 20 Nisan Pazartesi günü gördük. Amerika Birleşik Devletleri’nde enerji piyasası tarihte benzeri görülmemiş bir biçimde şok yaşadı. Batı Teksas ham petrolü eksi fiyatlara dayandı. Brent petrolü ile arasındaki makas yine tarihte görülmemiş ölçüde açıldı.

Daha sonra fiyatlar biraz toparlanmış olsa da, bu eğilimin devam etmesi Amerikan petrol sanayiinin herhalde piyasadan silinmesi sonucunu bile doğurabilecek bir gelişme.

İlginçtir kriz öncesi dönemde dünyanın en büyük ham petrol üreticisi olarak Rusya ve Suudi Arabistan’dan pazar payı çalmak, böylece “küresel enerji hükümranlığı” hedefini ilerletmek isteyen Washington, Vladimir Putin ve Mohammed bin Salman’ın satranç tahtasında yenilgiye uğradı. Bırakın pazar payı kazanmayı en verimli petrol sahaları bir süre işlemez hale gelecek gibi.

Amerikan petrolünü çıkartma maliyeti diğer OPEC ülkelerinin çıkartma maliyetine kıyasla çok yüksek, zira özel ve pahalı sayılabilecek bir teknikle kayalardan elde ediyor. Fakat yine de 2019’da ABD dünyanın en büyük petrol üreticisi konumuna gelmiş, yine tarihinde ilk defa petrol ihracına da izin vermişti.

Bu durum, pazar payı açısından Rusya’yı ve Suudi Arabistan’ı tehdit etmeye başlamıştı. Dahası, Suudi Arabistan de petrolle ilgili kararlarda bağımsız hareket eden Rusya’yı cezalandırmak için hem üretimi hem de fiyat indirim oranını arttırmıştı.

Böylece, kriz derinleşti. Trump’ın araya girip Moskova ve Riyad arasında “ateşkes” imzalatması sayesinde yine dünya tarihinde görülmedik bir üretim kısılması üzerinde mutabık kalındı. 100 milyon varillik günlük dünya üretiminde resmi olarak 9.7 milyon kısılması kararı alındı, ama gönüllü kısıntılar ile bu rakam, benim tahminim, 20 milyon varile kadar çıktı.

Buna rağmen dünya piyasası durulmadı. Hala  piyasada en az 12-15 milyon varil fazla olduğunu düşünüyorum, çünkü dünyanın mobilitesi yavaşladı, hatta durdu. Unutmayalım ki, petrolün yüzde 80’i ulaşım sektöründe kullanılıyor.

Yaşadığımız korona krizi biraz daha devam edecek olursa, talep tahribatı çok daha öteye doğru kayabilecek.

 

Elektrik piyasalarında durum parlak degil

Her ne kadar petrole odaklanmış olsak da, dikkat etmemiz gereken başka bir alan da hepimizin yaşamında, her noktamıza kadar girmiş stratejik bir meta olan elektrik tüketimindeki daralma.

Uluslararası Enerji Ajansı’nın OECD ülkeleri için verdiği rakam elektrik tüketiminde %15’lik bir azalmaya işaret ediyor. Bu iyimser bir tahmin; gerçek rakam, bence gelişmiş ülkeler için %20 civarında.  Dünyanın üretim merkezi olan Çin’de geçen Şubat ayındaki elektrik tüketim azalması yüzde 16 idi, aradan geçen sürede bu oranın da büyüdüğünü tahmin etmek zor değil. Gelişme yolundaki ülkelerde salgının etkisi henüz tam olarak görülmedi ama orada da düşüş daha fazla görünüyor.

Elektrik tüketiminde azalmanın önemli bir kısmı imalat sanayiindeki daralmadan kaynaklanıyor. İnsanların mobilitesi azaldığı, evden çalışmaya başladığı korona günlerinde konut (ve de sağlık kurumları) dışında elektrik tüketimi normal zamanların epey altında seyrediyor.

Elektrik, hidroelektrik, doğalgaz, kömür gibi çeşitli kaynaklardan üretiliyor. Bu kriz öncesinde, enerji sektöründe, fosil yakıtlardan yenilenebilir temiz yakıtlara doğru bir geçiş olacağını, hatta bu sürecin hızlandığını söylüyorduk. Finans ve yatırım dünyası planlarını buna göre yapıyordu.

Yenilebilir enerjiye muazzam paralar aktarılıyordu. Hatta, öyle bir noktaya ulaşmıştık ki, yenilenebilir enerjiye aktarılan her üç dolara karşılık, fosil yakıtlara 1 dolar yatırım yapılıyordu. Ama şimdi kömür, petrol, doğalgaz ucuzlayınca, yenilenebilir enerjiye olan ilgi ve yatırım biraz daha azalacak.

Benim tahminim, aşamalı şekilde ABD ve Çin’den başlayarak dünya ekonomisinin aşamalı şekilde yeniden açılması, kapsamlı canlandırma ve kurtarma paketlerinin yürürlüğe girmesi ile birlikte, elektrik tüketimi korona öncesi düzeylere ancak yılın ikinci yarısının sonuna doğru ya da 2021’de ulaşacaktır. Yine de bunun iyimser bir tahmin olduğunun altını çizmek istiyorum.

Sektörel olarak ulaşım, gıda, imalat sanayii, altyapı ve lojistik öncülük yapacak, demir-çelik, cam, seramik, çimento gibi enerji yoğun sektörler arkadan takip edecektir.

Bu fiyat düzeylerinde yeniden yatırım yapmak mümkün değil. Birçok yatırım ertelenecek fiyatlar yükselenene kadar. Onun için kısa ve orta vadede yenilenebilir için iyi bir gelecek göremiyorum. Kömür ve doğal gaz cazibesini koruyacak görünür gelecekte.

 

Gıdada, suda bile milliyetçilik, saglik gocmenleri

Enerji piyasaları, Çin’de ekonomik canlanmanın başlamasını, talebin artmasını umuyordu. Zira Çin en fazla petrol ithal eden, Japonya’dan sonra da en fazla doğalgaz ithal eden ülke. Oradaki bir ekonomik canlanma, enerji piyasasına da bir nebze hareketlilik getirecekti.

Ama Trump’ın açıklamalarından Kasım seçimleri öncesinde Çin ile yeni bir soğuk savaş başlatılmasının söz konusu olduğunun işaretlerini alıyoruz. Oysa uluslararası işbirliğine ve “detente” dönemine en çok ihtiyaç duyduğumuz zamanlardayız.

Koronavirüsün suçu Çin üzerine atılacak, bunun için tazminatlar istenecek, ticaret daha da zorlaşacak, himayeci önlemler artacak gibi bir izlenim alıyorum. Nitekim,  Almanya’nın da tazminat talebinde bulunacağı başına yansıdı. Çin’deki ABD, Japonya ve AB firmalarının tedarik zincirlerini başka ülkelere kaydırmaları yönünde baskılar artıyor.

Sadece ekonomide ve siyasette değil, gıda ve su gibi yaşamsal önemi olan alanlarda da milliyetçilik yükselecek. Sağlık korunması amaçlı göç de kabaracak. Sınırların kapanması ya da daha sıkı kontrol edilmesi talepleri artıyor. Küreselleşme çoktan kulvar değiştirdi, daha devlet müdahaleci bir döneme kayıyoruz.

Elbette ki bardağın dolu tarafını görmekten yanayım her zaman ama mevcut görüntü dünyamızın ne yazık ki karamsar bir senaryoyla karşı karşıya olduğuna işaret ediyor. Böyle devam ederse çok daha karışık ve bas etmesi zor bir hale gelecek.

Üstelik, işin en vahim boyutu, bu karmaşık krizi yönetecek, bunlara çözüm bulacak, akıllı güçlü bir küresel liderlik ufukta görünmüyor. Şu anda Trump’un birinci önceliği; Kasım ayındaki başkanlık seçimlerini kazanmak. Bu nedenle ekonomiyi aşamalı olarak açmak istiyordu, zira böyle giderse zaten çok sayıda ölüm vakasının görüldüğü ABD’de işler onun açısından iyice tersine dönebilir.

Fakat çıkardığı trilyonlarca dolarlık çanlanma paketleri de bir işe yaramadı, petrolün düşüşü 2.3 trilyonluk paketi bir anda delip geçti. Trump zaten küresellik liderlik iddiasında da değildi, “Önce Amerika” demeyi tercih ediyor her fırsatta. Avrupa Birliği’ne bakınca İngiltere gemiyi terkediyor, Almanya Şansölyesi Angela Merkel liderlik üstlenebilirdi ama o da “topal ördek”, yerine geçecek kişiyi bile seçtiler. Fransa hâlâ toparlanabilmiş değil, “Sarı Yelek”lilerin hareketinin etkisini daha üzerinden atamamış Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un da öyle liderlikte ağır top olduğunu söylemek zor. Japonya böyle bir role geleneksek olarak hazır değil. Çin’de Xi Jinping karizmatik ve Güçlü bir lider ama Pekin’in şemsiyesi altına girmeye arzulu ülke bulmak zor.  Bu liderlik boşluğunun nasıl doldurulacağıbelli değil. Birleşmiş Milletler, G-20 gibi kuruluşlarda da güç, irade ve vizyon yok.

Kimse elindeki zemini kaybetmek istemiyor, elindeki gücü vermek istemiyor.  Daha önce yaptığım biröneriyi yinelemek isterim: Belki de en azından dünyadaki hatırı sayılır 12  akıl insanın bir araya gelip geleceğin dünyası için bir vizyon yaratmaları, bir tasarım ortaya çıkarmaları. Benim umudum en azından mevcudu koruyabilmek, krizin daha da derinleşmesini önlemek ve bu yeni dünya düzeni dediğimiz, çok sık konuştuğumuz ama 30 yıldır gelmeyen kurgunun yavaş yavaş ama hakkaniyetli bir şekilde nasıl yaratabileceğine kafa yormak. En azından elde bir taslak vizyon, kurgu olur üzerinde liderlerin çalışabileceği.

 

Türkiye’nin önündeki fırsatlar

Bu kriz herkes gibi bizi de derinden vuruyor, daha da vuracak. Ama fırsata çevrilebilecek boyutlarını da gözden ırak tutmamız lazım. Enerjinin bu kadar ucuzlaması bizim gibi ithalatçı (yüzde 93 dışa bağımlı) ülkeler için ve imalat sanayileri için maliyet düşürücü, cari işlemler açığını iyileştirici, oldukça iyi bir gelişme ama kalıcı değil. Bugün yatırım yapılmadığı için bu ortamda 3-5 yıl içinde manzara tersine dönebilir, talep artışına karşılık arz yetersizliği.

Dahası, petrol üretici ülkelerin gelir kaybı oralarda sosyal ve siyasi huzursuzlukları da ateşleyecektir. Çevremizde zaten olmayan istikrar ve güvenlik daha da beter bir mecraya dönecektir.

Petrol üreten ülkelerde, özellikle Orta Doğu’da Rusya’yı ve Orta Asya’yı da katabilirsiniz buna, ekonomik ve siyasi istikrar büyük ölçüde petrolden, doğalgazdan gelecek olan gelire bağlı olduğundan, bu gelir de inanılmaz ölçüde düştüğünden sosyal programlar aksayacak. Siyasi olarak, geçmişte Arap Baharı’nda yaşadığımız iç karışıklıklar, rejim değişikliği çabaları belki yeniden gündeme gelecek. Belki de Arap Kişi’ndan ya da Hazar Kişi’ndan bahsedeceğiz.

Suudi Arabistan’ın bütçe açığını gidermesi için en az varil başına 80 dolara ihtiyacı var. Birleşik Arap Emirlikleri’nin, Oman’ın en az 85-90 dolara ihtiyacı var. İran’ı hiç sormayın, 150 dolar da olsa, bütçe açığını kapatamayacak.

Krizler, yoklukların, sıkıntıların yaşandığı dönemler, aynı zamanda yeniden diriliş için de birer fırsattır. Biz becerikli olalım ya da olmayalım, Türkiye her zaman dünya haritasında çok önemli bir ülke olmuştur. Biz orta büyüklükte bir bölgesel gücüz, küresel güç değiliz. Bu gücümüzle orantılı çok önemli bir rol oynayabiliriz dünyada, bu imkanımız var. Kuresel sistemde yuzde 1’lik ülkeyiz, curmumuz bu kadar ama bunun çok ötesinde etki yaratabiliriz.

Uluslararası iş birliği ve ortaklıklar, liderlik alanındaki boşlukları doldurmamız, yeni kurguya katkımız da küresel düzende yer sağlar bize.

Başka neler?

Önümüzdeki dönemde bazı stratejik sektörler yükselecek, belli sektörler çakılma aşamasına gelecek. Türkiye’nin de bu sürece hazırlanacak bir plana ihtiyacı var. Stratejik bir yaklaşımla “Arkadaşlar gidişat şöyle, üç senaryo var; şu şu şu istikametlerde gidebilir. Biz kendimizi buna nasıl hazırlayabiliriz?” diye kafa yormalıyız.

Fakat bunu gerçekleştirebilmek için güncel sorunların dışına çıkmak şart. O sorunlar elbette var, onları çözecek insanlar da var. Stratejik bir akıl bu yeni süreci düşünmeli ve ona hazırlanmanın yollarını aramalı.

Küresel rol peşinde koşarken aynı zamanda, hatta öncelikle, kendi evimizin içini bir düzene sokmalıyız. Dayanışmamızı, demokrasimizi, ekonomik rekabet gücümüzü, kaliteli eğitim sistemimizi, adaleti yerleştirmemiz lazım. İşte o zaman, Türkiye kurulmakta olan yeni dünya düzeninde, etkili bir bölgesel güç olarak yönetim kurulu üyesi olabilir. Bu düşünceyi yerleştirecek ve onu icra edecek taze vizyona, kadrolara, liderliğe ihtiyaç var.