Dünyaca ünlü ABD’li ekonomist Jeffrey Sachs, Ekotürk TV’de Feyza Gümüşlüoğlu’nun sorularını yanıtladı.
Yaşayan en etkili ekonomistler arasında sayılan dünyaca ünlü Amerikalı ekonomi profesörü Jeffrey Sachs, Saat Farkı programında Feyza Gümüşlüoğlu’nun sorularını yanıtladı. Prof. Sachs, Türkiye ekonomisine ilişkin de önemli değerlendirmelerde bulundu.
Feyza Gümüşlüoğlu: Hoş geldiniz Profesör. Sizi bu programda ağırlamak benim için büyük bir onur. Teşekkür ederim zaman ayırdığınız için.
Jeffrey Sachs: Benim için büyük bir zevk. Ben teşekkür ederim.
Çok teşekkürler. Evet Profesör, elbette pandemi ile başlayacağım. Dünyadaki tüm ülkeler büyük darbe aldı. Yüksek enflasyon, artan fiyatlar, yavaşlayan büyüme oranları tüm dünyanın ortak sorunu. Öncelikle hükümetlerin ve merkez bankalarının, pandeminin etkileriyle mücadele konusunda genel performanslarını nasıl değerlendirdiğinizi sormak istiyorum. Bu süreci iyi yönetebildiler mi? Yaygın hatalar sizce nelerdi? Daha sonra Türkiye’ye geçmeden önce özellikle ABD ile başlayalım…
Genel olarak bakarsak, ABD’de hükümet ve merkez bankası bu sürecin tam bir ekonomik çöküşe dönüşmesini engelledi. Bu aslında pozitif bir başarı, çünkü bu bütün dünya için şok edici bir gelişme oldu. En büyük sorun, hükümetlerin bizzat pandeminin kendisini durdurmada pek başarılı olmamasıydı. Başka bir deyişle, dünya ekonomisinin hala işlediğini düşünüyorum. Çok başarılı değil ama hala işliyor, fakat virüsün ilerlemesini durdurmak için atılan adımlar hala yetersiz ve virüs, aşılarda bile problem olmaya devam ediyor. Delta varyantı ortaya çıktı, şimdi de Omicron ile karşı karşıyayız. Hala devam eden bir pandemi ve devam eden bir yıkım var. İşte asıl zayıflık da burada yatıyor. Pandeminin bizzat kendisini hala durduramadık. Salgın durana kadar, korkarım ki ekonomik çalkantı devam edecek.
Peki profesör, küresel ekonominin yakın bir gelecekte pandemi öncesi seviyelere dönmesi konusunda iyimser olanlar arasında mısınız yoksa kötümserlerden misiniz?
İyimser olduğumu söyleyemeyeceğim çünkü hala devam eden bir küresel dayanışma problemimiz var. Hala pandemiyi bitirecek gerçek bir stratejiye sahip değiliz. Bütün ülkeler tek başına ilerliyor. Sistem oldukça bozuk. Başlıca aşı üreticileri olan ABD, Çin, Avrupa, Rusya arasında küresel bir iş birliği yok. Daha fazla küresel iş birliğine sahip olmalı ve dünyaya daha fazla güven aşılamalıyız. Ancak bunu yapmak yerine, sadece pandemiye karşı savaşta değil aynı zamanda ne yazık ki çok fazla jeopolitik gerilimin de içindeyiz. Bu da iş birliğinin düşük olduğu ve normale dönmediğimiz anlamına geliyor.
JEFFREY SACHS: DÜŞÜK FAİZ POLİTİKASININ CİDDİ RİSKLERİ VAR
Evet, küresel iş birliği konusuna daha sonra döneceğim ama önce Türkiye’den ve Türkiye ekonomisinden bahsetmek istiyorum. Bildiğiniz gibi bir süredir Türk lirasındaki değer kaybı ve yüksek enflasyon ile boğuşuluyor. Bunun yanında, faiz oranlarını düşük tutmaya yönelik çok tartışılan bir politika var. “Biz yeni ekonomi modeli ile artık yüksek faiz verecek sıcak para çekme politikasını elimizin tersiyle itiyoruz. Düşük faizle, üretimi ve ihracatı destekleyeceğiz.” Bu sözler Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ait. Bu ‘ekonomi modeli’ hakkında ne düşünüyorsunuz? İşe yarayabilir mi sizce? Faiz oranlarını yükseltmek ekonomiye herhangi bir şekilde yardımcı olabilir mi? Siz ne önerirsiniz?
Türkiye çok zor bir durumda ve aslında 2016’dan beri; yani başarısız olan 15 Temmuz darbe girişiminden beri zor durumda. O dönem Türkiye’nin kredi notu, derecelendirme kurumları tarafından yatırım yapılabilir seviyenin altına düşürüldü. Derecelendirme kurumlarının etkisi büyük çünkü Türkiye’nin yatırım yapılabilir notu düşürülünce işler daha da kötüye gitmeye başladı. Faiz oranları yükseldi, sermaye ülkeyi terk etti. Türkiye eskisi gibi ülkeye yatırım çekemez oldu. Ben şu an yaşananları, beş yıl önce daha büyük zorluklarla başlayan ve halen devam eden bir sürecin parçası olarak görüyorum. Türkiye o zamandan beri yatırım yapılabilir seviyenin üstüne tekrar çıkamadı. Bunun yanı sıra elbette Türkiye ile AB arasındaki gerilimler de işleri daha da zorlaştırdı. Ve bu kredi notları bir dereceye kadar politik olduğundan, bu işleri daha da kötüleştirdi. Sonra malum pandemi ortaya çıktı.
Yani Türkiye son beş yılda bugünkü mevcut duruma yol açan birçok şok yaşadı. Faiz oranlarını yükseltmek sermayeyi çekecektir. Para birimini daha güçlü tutacaktır ancak ekonomi için çok zor olacak. Bu düşük faiz stratejisinin, yüksek enflasyon açısından çok ciddi riskleri var. Daha büyük sorun şu ki, Türkiye’nin jeopolitik olarak gerçekten iyi ilişkiler içinde olması gerekiyor, çünkü ilişkiler iyi değilse, finansal zorluklar çok büyük olacaktır. Ve şu anda Türkiye bu yüzden bu zorlukları yaşıyor, Türkiye’nin bu durumuna verilecek iyi bir cevap yok. Bu arada, bu kredi derecelendirme işini sevmediğimi de söyleyeyim. Türkiye gibi ülkelere çok zarar verdiğini düşünüyorum çünkü ileriye dönük bir bakış açısı sağlamıyor. İhtiyacımız olan Türkiye’nin Avrupa Birliği, Çin, Rusya ve diğer ülkelerle iş birliği içinde çalışması ve bu bizim geleceğe bakış açımız, bu yüzden bu konuda itibarı hak ediyoruz, diyebilmesidir. Bu bizim büyüme beklentimiz, yatırım beklentilerimiz; işte o zaman işler daha iyi görünecektir. Bunu merkez bankası kararlarıyla ilgili teknik bir soru haline getirmek, zaten çok kötü bir durumda olduğunuz anlamına gelir. Mevcut politika, enflasyon nedeniyle zaten çok riskli ve para birimini kesinlikle çökertiyor. Yüksek faiz politikası da kurtarıcı değil. Türkiye’nin ekonomik kalkınması için geleceğe yönelik bir yola ihtiyaç var ve bu ne yazık ki sadece teknik ekonomi değil, aynı zamanda jeopolitik.
Anlıyorum, yani problem aslında salt ekonomik değil aynı zamanda politik diyorsunuz… Türkiye’nin Batı ve ABD ile ilişkilerine de işaret ettiniz. Biliyorsunuz son dönemde Rusya’dan S-400 alımına karşı ABD’den sürekli yaptırım tehditleri geliyor. ABD ile daha başka problemler de mevcut. Bunlar da sorunların büyümesine katkıda bulunan faktörler…
Evet, ABD’nin bu yaptırım politikaları genel olarak son derece sağlıksız ve yanlış. Amerika’nın tek taraflı yaptırımlarını sevmiyorum çünkü diğer ülkeler için büyük sorunlar yaratıyor. Şu an konuştuğumuz durumda Türkiye için büyük sorunlar yaratıyor ve doğru adımlar atmıyorlar. Bu tür sorulara yaklaşmanın yolu bu değil. ABD-Türkiye ilişkileri gibi konulara yaklaşmanın yolu, başka bir ülkeyi cezalandıran tek taraflı eylemlerden değil, müzakere, iş birliği ve anlayıştan geçiyor. Bu çok daha mantıklı. Ve ne yazık ki ABD yaptırımları sadece Türkiye’ye değil, dünyanın birçok ülkesine de zarar veriyor. Bu duruma karşı olduğumu ben de her fırsatta dile getiriyorum.
JEFFREY SACHS: ABD’NİN BÖLGEDEKİ ETKİSİ YIKICI OLDU
O zaman buradan devam edeyim… ABD’nin tek baskın güç olduğu, Batı merkezli dünya düzeni yavaş yavaş değişiyor. “ABD sonrası” döneme doğru gittiğimize dair yaygın bir görüş var. ABD’nin belirli bölgelerdeki, özellikle Ortadoğu’daki etkisinin veya varlığının azalacağı öngörülüyor; ki sanırım Afganistan’dan çekilme buna iyi bir örnekti. Diğer taraftan Çin yükseliyor. Bu yeni dünya düzenine bakışınızı merak ediyorum. Küresel sisteme ne tür değişiklikler, faydalar veya tehditler getirecek bu ABD sonrası dönem?
Potansiyel olarak fayda sağlayacak diye düşünüyorum çünkü ben dünyanın bir ülke tarafından yönetilmesi fikrini savunmuyorum. Dünyada siyaset bilimcilerin hegemonik diye adlandırdığı tek bir baskın güce sahip olmanın iyi bir fikir olduğunu düşünmüyorum. Çok kutuplu bir dünyamız olmalı. Sorun şu ki, büyük güçler arasındaki çatışmalarla dolu çok kutuplu bir dünyayı hala istemiyoruz. Hukukun üstünlüğüne dayalı, BM tüzüğüne ve iş birliğinin insan refahı için ileriye giden tek yol olduğunun anlaşılmasına dayanan çok kutuplu bir dünya istemiyoruz. ABD örneğin Çin ile tansiyonu yükselttiğinde veya Türkiye’ye ya bizi seçersiniz ya da onları gibi bir tavır takındığında, bu bizim arzu ettiğimiz türden çok kutuplu bir düzen değil. Örneğin, Avrasya’da altyapı oluşturmaya yardımcı olacak bir strateji olan Çin’in Bir Kuşak-Bir Yol Girişimi’ni ele alalım. ABD bu stratejiden nefret ediyor. Çin ile bu yola çıkmayın diyor. Ama aslında Türkiye için Çin’in Bir Kuşak Bir Yol girişimi, Avrupa Birliği programı olan Küresel Ağ Geçidi ve Türkiye’nin çok taraflı ulaştırma politikası olan Orta Koridor fikri hep beraber Türkiye için mantıklı bir kapıya çıkıyor. Coğrafi rolü Avrupa ve Asya arasında bir köprü olan Türkiye’yi iyi bir pozisyona sokuyor. Bu nedenle, işbirlikçi yaklaşımlar ve işbirlikçi yatırımlar aramalıyız. ABD-sonrası bir dünyaya girmeliyiz demek, ABD’nin batması veya yok olması demek değil. Tam tersine, ABD; Avrupa Birliği, Batı Asya, Çin ve benzeri ülkelerle yapıcı, katılımcı bir ilişki içine girmeli ve ortak olmalıdır. Fakat jeopolitiğin başka bir yönü daha var, o da bana göre ABD’nin Ortadoğu’daki rolünün son derece yıkıcı olması. ABD’nin etkisinin Irak’ta, Suriye’de, Afganistan’da, İran’da yıkıcı olduğunu görüyoruz. Fakat bölgenizdeki pek çok ülke de “Gel bizi kurtar, komşularımızı sevmiyoruz” diyor ki zaten bölünmeleri ve gerilimleri daha da artıran büyük güçler ülkelerin kendi çıkarlarını gözetmeleri sonucu bölgeye girebildi. İyi bir ekonomi ve yaşam hakkında düşündüğüm bir diğer ilke de küresel düzeyde olduğu kadar bölgesel düzeyde de iş birliği olması gerektiği. Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’daki bu bitmek bilmeyen savaşları bitirmemiz, Yemen’deki savaşı bitirmemiz gerekiyor. ABD’nin Afganistan’dan çıkmasına çok sevindim. Suriye’deki savaşı da bitirmeliyiz. İran ile komşu ülkeler arasındaki fikir ayrılıkları da çözüme bağlanmalıydı çünkü bölge eğer birlik içinde çalışırsa ABD mi gelsin Rusya mı diye sormaz, çünkü böyle bir müdahaleye ihtiyaç duymazlar. Bölge için bu çok yıkıcı bir durum. Aslında Batı Asya dünyada son derece güçlü, barışçıl ve hayati bir bölge olabilir, ama sadece iç birliklerini sağlayabilirse ve dolaylı savaşları sırasında dışarıdaki süper güçlerden yardım istemeyi bırakırsa bu vuku bulabilir. ABD’nin rol oynadığı çok fazla dolaylı savaş görüyoruz. Birçoğu felaket ile sonuçlandı. Tabii bu bizim tarihimizde çok eskilere gidiyor. Burası tarih boyunca çok çekişmeli bir bölge oldu. Ancak barışçıl ekonomik kalkınma konusunda iş birliğinin her zamankinden daha önemli olduğunu düşünüyorum.
JEFFREY SACHS: ABD’NİN ÇİN’E YÖNELİK TUTUMU ÇOK HATALI
Evet Profesör, siz de değindiniz ama ben biraz daha bu rekabetten ya da tabiri caizse ABD ile Çin arasındaki bu bir nevi Soğuk Savaştan bahsetmek istiyorum. Birçok raporun da işaret ettiğine göre Çin, ABD için ulusal bir güvenlik tehdidi olarak görülüyor. Bu konunun Washington DC’de abartılmış bir tehdit olduğunu düşünüyor musunuz?
Çin’e karşı duruş çok yanlış lanse edilmiş, hatalı bilgiye dayalı bir tutum ve ABD’nin ‘görkemli, sarsılmaz gücü’ fikrine dayanıyor. Amerikalı politikacılar ABD’nin egemen olduğu bir dünyaya yaratmak istiyor. Amerikalı siyasi liderler, ABD’nin dünyayı yönetmesi gerektiğine inanıyor. Amerikalı politikacıların dünyanın geri kalanı hakkında pek de bilgi sahibi olmadığını hesaba katarsak bu çok saçma bir düşünce. Ayrıca bizim Amerika’da da bir sürü problemimiz var bu yüzden de gücümüzü Amerika’yı geliştirmeye harcamalıyız dünyayı yönetmeye değil. Dolayısıyla, Çin’e yönelik tutum, esas olarak Çin’in başarılı ekonomik kalkınmasının kabullenilememesidir. Farklı şekilde ben Çin’in başarılı ekonomik kalkınmasını dünya için bir tehdit olarak değil, büyük bir başarı olarak görüyorum çünkü Çin 1980’den bu yıla iki nesilde yoksulluktan kalkınmaya geçti, bu dikkate değer bir başarı. Olaya doğru açılardan bakılabilirse bu hem Çin için hem de dünya için güzel bir adım. Çünkü Çin, dünyanın geri kalanının inşa edilmesine ve gelişmesine, altyapının modernize edilmesine, ekonomik hayatın toparlanmasına, çözümler sunabilecek yeni teknolojilerin geliştirilmesine yardımcı olabilir. Ama Amerikan zihniyetine göre ya biz ya onlar, ya onlar dünyadan sorumlu ya biz. Bu çok saçma. Kimse sorumlu olmamalı. Dolayısıyla, Çin’i bu kadar tehlikeli gören ABD hükümetine veya siyasi yaklaşımına karşıyım. İşin aslı, ABD’nin dünya çapında 800 askeri üssü var. Çin’in Çin dışında bir tane var. Amerika Birleşik Devletleri son 40 yıldır aralıksız savaşıyor, birçoğu Doğu Akdeniz’de, Ortadoğu’da. Benim açımdan dünyadaki saldırgan güç Çin değil. Çin, sadece ekonomik kalkınma sağlamaya çalışan bir ülke. ABD, militarize bir dünya fikrine sahip. Ben bu durumdan hoşlanmıyorum ve buna ihtiyacımız olduğunu da düşünmüyorum. Kaynaklarımızı barışçıl, sürdürülebilir kalkınmaya, iklim değişikliğiyle, kirlilikle, su kıtlığıyla, açlıkla mücadeleye adamalıyız. Ancak Kongre daha geçenlerde yaklaşık 800 milyar dolarlık bir miktarı askeri bütçeye ayıracaklarını onayladı. Bu güvenlik amaçlı bir adım değil. Bu tamamen fonların yanlış kullanılması.
JEFFREY SACHS: ABD İÇİN EN BÜYÜK TEHDİT ÇİN DEĞİL İÇ BÖLÜNMELER
ABD’den konuşurken… Biden’ın son “Demokrasi Zirvesi” de birçok tartışmaya yol açtı, özellikle burada Türkiye’de, çünkü demokrasi konusunda pek de parlak olmayan birçok ülke davet edildi. Angola, Irak gibi ülkeler davet edilirken Türkiye veya örneğin Macaristan davet edilmedi. Bu yüzden de bazı tartışmalar yarattı. Bunun üzerinden bu demokrasi algısını veya ABD’de demokrasinin geleceğine dair fikrinizi de sormak isterim. Ülkenizde demokrasinin geleceğine yönelik bir tehdit veya risk görüyor musunuz?
ABD’de demokrasi tehdit altında, ama bu içeriden kaynaklanan bir tehdit, dışarıdan bir müdahale sonucu değil. Amerika Birleşik Devletleri, Donald Trump gibi birini başkan seçti. En kötü başkanlardan biriydi, belki de Amerikan tarihinin en kötü başkanıydı, kötü, yozlaşmış, demokrasiye inanmayan, iktidarda kalmak için her şekilde hile yapmaktan kaçınmayan bir adamdı. Evet demokrasi tehdit altında ama ABD’nin dünyayı bölerek bu konuyu takip etme şekli, bu tutumu çözüm değil. Çözüm, kendi demokratik kurumlarımızı, geleneklerimizi güçlendirmek. Eğer ABD etki sahibi olmak istiyorsa dikte ederek veya dünyayı bölerek değil, örnek olarak etkilemeliydi. O yüzden bu zirveden ben de memnun değilim. Bence yanlış bir adımdı. Bunun ABD’de olmasını tercih ederim çünkü biz çok bölünmüş bir ülkeyiz; coğrafi olarak, gelir düzeyine, ekonomik sınıfa, ideolojiye göre, pek çok şekilde bölünmüş durumdayız. Ve aslında bu iç bölünmelerimiz bizim en büyük tehdidimiz, Çin veya diğer dış tehditler değil…
JEFFREY SACHS: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİYLE MÜCADELEDE KÜRESEL İŞ BİRLİĞİ ŞART
Profesör, çok az vaktimiz kaldı. Son olarak yeşil dönüşüm, iklim değişikliği, yenilenebilir enerji konularında da fikrinizi almak isterim zira bunlar da bugün küresel ölçekte en önemli konular arasında. Siz Columbia Üniversitesi’ndeki Sürdürülebilir Kalkınma Merkezi’nin de direktörüsünüz. Bu nedenle fikrinizi merak ediyorum. Zengin ülkelerin dünyanın geri kalan ülkelerine yoksul kalmalarını ve kalkınmayı durdurmalarını dayattığını savunanlar var. Hatta gelişmiş ülkelerin iklim politikalarını “yeşil sömürgecilik” olarak tanımlayanlar bile var. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Sizce iklim değişikliğine karşı verilen mücadele mevcut eşitsizliği daha da artıran, gelişmekte olan ülkeler üzerinde bir başka yük olarak mı karşımıza çıkıyor?
Biliyorsunuz, iklim değişikliği sorunu tüm dünya için gerçekten ciddi. Türkiye için de özellikle çok ciddi, çünkü Doğu Akdeniz bölgesi gelecekte büyük bir sıcaklık artışı ve büyük bir su kriziyle karşı karşıya kalabilir ve büyük bir kuraklık yaşayabilir. İklim değişikliğinden kaynaklı ortaya çıkan orman yangınlarından, kuraklıklardan, aşırı fırtınalardan, yükselen deniz seviyesinden, sıcak hava dalgalarından çok endişe duyuyorum ve bu durum sadece bunlarla sınırlı kalmayacak, daha da kötüleşecek. Bu bir aldatmaca ya da dayatma değil. Şu durumda, zengin ülkeler dünyanın geri kalanının iklim değişikliğine karşı mücadelesinde finansal açıdan yardımcı olmak için daha fazlasını yapmalı ama mücadeleyi yavaşlatmamalıyız, hızlandırmalıyız çünkü bu durum çok acil ve örneğin doğu Akdeniz’de iklim felaketi yaşanmazsa rüzgâr enerjisi, güneş enerjisi ve hidroelektrik için gerçekten çok büyük potansiyeller olduğunun farkında olmalıyız. Üçünü bir araya getirdiğinizde, Batı Asya bölgesi, yenilenebilir enerjide önemli bir güç merkezi haline gelebilir. Ancak en büyük sorunlardan biri, ortak yürütülen bir stratejinin olmaması. Türkiye’nin de Avrupa’nın sahip olduğu gibi rekabet içinde olmadan, Avrupa ile uyumlu, mantık çerçevesinde oluşturulmuş bir Batı-Asya Yeşil Mutabakatına ihtiyacı var. İşte burada yine iş birliği devreye giriyor. İklim
değişikliğiyle tek başınıza mücadele edemezsiniz. Bununla iş birliği içinde mücadele etmeliyiz. Mevcut gidişatın ısınma açısından ne kadar tehlikeli olduğunu unutmamalıyız, bu yüzden bu sorunu üstlenmeliyiz. Ancak zengin ülkeler daha fazla ödemeli ve bunu iş birliği içinde yapmalıyız. Örneğin Türkiye şunu demeli; “Evet bizim enerji ile ilgili gelecek vizyonumuz şu, bu aynı zamanda Çin’in, Avrupa’nın, Afrika’nın geleceği ile de bağlantılı.” Bu bağları gerçek planlarda ve stratejilerde görmemiz gerekiyor. Hiçbir ülke bunu tek başına yapamaz.
Profesör, ne yazık ki zamanımız doldu. Zaman ayırdığınız için tekrar çok teşekkür ederim. Umarım bir dahaki sefere Türkiye’ye geldiğinizde bir fincan kahve veya çay eşliğinde bu sohbete devam etme fırsatı buluruz…
Harika! 2022’nin ilk aylarında İstanbul’da olmayı planlıyorum, sabırsızlıkla bekleyeceğim…
Ne güzel! O halde sizi bekliyor olacağım, Profesör. Çok teşekkürler.
Ben teşekkür ediyorum, görüşmek üzere.