Merkezileşmiş Merkeziyetsizlik: Bir Kripto Masalı

Blockchain teknolojisi, finansal sistemlerden tedarik zinciri yönetimine kadar çeşitli sektörlerde merkeziyetsiz bir kayıt mekanizması olarak kendini gösterir. Teknolojinin kavramsal kökenleri ise 1980’li yıllara kadar uzanır. David Chaum’un 1982 yılında ‘Birbirine Güvenmeyen Gruplar Tarafından Oluşturulan, Sürdürülen ve Güvenilen Bilgisayar Sistemleri’ başlıklı doktora tezi, blockchain’in temelini oluşturan ‘zincirlenmiş bloklar’ fikrini ortaya atmaktadır.

1991 yılında Haber ve Stornetta’nın ‘kriptografik zincirleme’ yöntemi güvenlik uygulamaları açısından bir diğer kritik eşiğin aşılmasını sağlamaktadır. 1998’de Wei Dai’nin anonim ve merkeziyetsiz elektronik nakit sistemi önerisi ve 2005 yılında Nick Szabo’nun ‘akıllı sözleşmeler’ kavramını ortaya atması geleceği inşa eden fikirler olarak tarihe geçer. Nihayetinde Satoshi Nakamoto’nun ‘Bitcoin: Eşler Arası Elektronik Nakit Sistemi’ başlıklı teknik incelemesi ile yeni bir dönem başlar. Dijitalleşmenin hız kazanıp, bilgi güvenliği ve veri paylaşımı konularının fazlasıyla önem kazandığı bir dönemde merkeziyetsiz bir yapı teklif eden böylesi bir gelişme dikkat çekicidir. Blockchain, işlemlerin şifrelenmiş bloklar halinde birbirine bağlandığı ve dağıtık bir ağda saklandığı bir veri tabanı sistemidir. Böylece verilerin değiştirilemezliği garanti altına alınarak güvenli bilgi paylaşımı mümkün olur. Kripto para sistemleri blockchain teknolojisinin en popüler uygulaması olmasına rağmen, potansiyel kullanım alanları oldukça geniştir. Tedarik zinciri yönetimi, sağlık hizmetleri, oylama sistemleri ve dijital kimlik doğrulama gibi birçok alanda blockchain tabanlı çözümler mümkündür. Güvenlik, şeffaflık ve verimlilik avantajları ile iş süreçlerini kökten değiştirme potansiyeline sahiptir.

En önemlisi bu potansiyelin, finansal aracılara duyulan ihtiyacı ortadan kaldıracağı, ekonomik eşitsizlikleri azaltacağı ve daha adil bir siyasi düzeni mümkün kılacağı iddia edilir. Ancak, bu iddialar derinlemesine incelendiğinde, merkeziyetsizliğin sadece bir teknoloji olarak değil ama aynı zamanda bir mitoloji olarak sunulduğu görülür. Merkeziyetsiz sistemlerin temel savunusu, bireylerin doğrudan etkileşime girebildiği ve geleneksel aracıların ortadan kalktığı bir düzenin yaratılabileceği iddiasına dayanır. Lakin bu görüş, uygulamada ne kadar geçerlidir? Alışılagelmiş güzellemelerin aksine blockchain ve merkeziyetsiz finans sistemlerinin ciddi çelişkiler barındırdığı, yeni bir finansal anarşi yaratırken mevcut güç yapılarının dağılmak yerine pekiştiği ve bu durumun, küresel finansal sistemdeki hegemonik güçlerin yeni bir kontrol mekanizması geliştirmesine olanak sağladığı iddia edilmektedir. Kripto paraların en yaygın kullanım alanlarından biri merkezi borsalardır. Merkeziyetli kripto para borsaları (CEX’ler), kripto para alım satım işlemlerini kolaylaştıran, genellikle bir şirket veya kuruluş tarafından yönetilen platformlardır. Aynı geleneksel borsalar gibi, CEX’ler de alıcıları ve satıcıları bir araya getirerek, kripto para ticaretini mümkün kılar.

Binance, Coinbase, Kraken, KuCoin, Gate.io vb. gibi platformlar merkeziyetsizleştirme iddiası taşıyan bir sistemin büyük oyuncularıdır. Bu söz konusu merkeziyetsizleştirme merkezlerinde, bir takım operasyonel risklerin kaçınılmaz olarak ortaya çıktığını belirtmek gerekir. Büyük miktarda kripto varlığını elinde bulunduran bu yapılara karşı yaşanan siber saldırılar ve hırsızlık girişimleri neticesinde birçok yatırımcının mağdur olduğu bilinmektedir. Tek bir güvenlik açığının tüm platformu tehlikeye attığı, iflas veya suiistimal örneklerinin sıkça yaşandığı bu platformların; faaliyet gösterdikleri ülkelerin düzenleme ve denetlemelerine tabi olan ‘merkeziyetsizlik merkezleri’ olarak kullanıcılarını ayrıca bir ‘hükümet riski’ ile yüz yüze bıraktığı söylenebilir. Bazı CEX’lerin kendi çıkarları için alım-satımları manipüle ettiği, içeriden bilgi sızdırdığı, sahte işlem hacmi yarattığı ve yatırımcısına fahiş işlem ücretleri yansıttığı da göz önüne alındığında; yine en kazançlı işin merkezde olmak olduğu anlaşılır. Tüm bunlara rağmen yatırımcıların, karmaşık teknik detaylardan kaçınarak, işlem ve işletim kolaylığı adına bu merkezlerde toplandığı görülür. Binance ve Coinbase gibi borsalar, kullanıcıların %90’ının işlem yaptığı merkezi otoriteler haline gelmiştir.Bu durum, merkeziyetsizlik iddiasıyla yola çıkan yeni finansal yapıların, ironik bir şekilde geleneksel finansal sistemdeki merkezi yapılarla hızla benzeşmesi gibi bir mekanizmayı işletir. Diğer taraftan, yani işin arz cephesinden bakıldığında, yine ilginç dinamiklerin piyasalarda hüküm sürdüğü görülür. Blockchain teknolojisi, verilerin tek bir merkezde değil ama ağa bağlı birçok bilgisayarda tutulduğu dağıtık bir yapıya dayanır.

Teorik olarak merkezi otoritelerin kontrolünden bağımsız, şeffaf ve güvenli gözüken bu sistemin madencilik faaliyetlerine yakında bakıldığında pratiğin farklılaştığı anlaşılır. Madencilik, yüksek düzeyde bilgisayar-işlemci gücüyle blockchain ağındaki işlemlerin doğrulama ve yeni bloklar oluşturma sürecidir. Madenci sayısı arttıkça karmaşıklığı artan söz konusu matematiksel problemleri çözmek adına artan bir hesaplama gücüne yani yüksek maliyetli özel donanımlara [ASIC(Application-Specific Integrated Circuit)] ihtiyaç duyulmaktadır. Madenciliğin maliyeti ve karmaşıklığı arttıkça, bireysel madenciliğin rekabet gücü azalmakta, ölçek ekonomisi devreye girerek madencilik havuzlarının(mining pools) ortaya çıkması kaçınılmazlaşmaktadır. Madencilik ödüllerini paylaşmak adına birçok madencinin işlemci güçlerini birleştirerek oluşturduğu bu grupların bazı tekelleşme sorunlarını beraberinde getirmesi, bizi tekrar aynı noktaya ulaştırır. Yani, ‘merkeziyetsizlik’ kisvesi altında, aslında yeni bir tür merkeziyetçiliğin doğuşu sorununa. Zira madencilik havuzlarının kontrolü, ağın güvenliği ve yönetimi üzerinde ciddi soru işaretleri doğurur. Cambridge Üniversitesi’nin 2022 verilerine göre, Bitcoin madenciliğinin %65’i dört büyük havuz tarafından kontrol edilmektedir.

Bu hükmedici güç, ağdaki bazı işlemlerin manipüle edilmesini, belirli işlemlerin engellenmesini ve protokollerin güncellenme süreçlerinde orantısız söz sahipliğini karşımıza çıkarır. Teorik olarak demokratik-eşitlikçi-merkeziyetsiz olarak tasarlanan bu yeni merkezlere eklemlenenlerin karşılaştıkları pratiğin başka bir türlü gerçekleştiği ortadadır. Bu bağlamda, farklı konsensüs mekanizmaları geliştirilip, madencilik algoritmaları daha erişilebilir hale getirilmeye çalışılsa da; madencilik için ihtiyaç duyulan güçlü sermaye birikiminin, yine son sözü söyleyip, yeni güç merkezleri üretmesi kaçınılmazlaşmaktadır. Bu durum, balina olarak adlandırılan büyük oyuncuların, karar alma süreçlerindeki orantısız gücünü ortaya çıkarır. Böylece, her yapılanmanın büyüklüğünden bağımsız olarak nihayetinde bir oligarşi tarafından yönetilme eğiliminde olduğunu öne süren ‘Oligarşinin Tunç Kanunu’ dijital dünyada da kendini gösterirken, merkeziyetsizlik söyleminin ne kadar gerçekçi olduğunu sorgulatan bir durum ortaya çıkmaktadır. Ayrıca, bu yeni güç merkezlerinin, otoritelerden bağımsız hareket ederek suç gelirlerinin aklanmasına, vergi kaçırmaya ve yasa dışı faaliyetlerin finansmanına zemin hazırlayan amoral eğilimleri, merkeziyetsizliğin mutlak özgürlük getireceği yönündeki iddiaları temelden sarsmaktadır. Kripto piyasalarının düşük denetleme ve düzenleme seviyesi Ponzi şemaları ve dolandırıcılık faaliyetleri için cazip bir zemin hazırlarken, yüksek volatilite de yatırımcıya ancak bir casino ortamı sunmaktadır. Chainalysis raporu, 2022 yılı itibariyle kripto dolandırıcılıklarının $20 milyara ulaştığını ortaya koymaktadır. Bu durum, ilginç biçimde Alman filozof Friedrich Hegel’in efendi-köle diyalektiğini hatırlatır.

Öyle ki, özgürlük arayışı, yeni bir bağımlılık yaratır. Netice, düzenleyici kurumların bu alana daha fazla odaklanması olurken, merkeziyetsizlik söylemlerinin bir kez daha yeni bir tür merkeziyetçilik doğurması kaçınılmazlaşmaktadır. Yani merkeziyetsizleşme, mevcut finansal sistemin sorunlarına bir alternatif sunmak yerine, o sorunların başka bir şekilde tekrarlanmasına neden olmaktadır. Bu durum, gerçek özgürleşmenin, teknolojik değil ama ancak ahlaki zeminde mümkün olabileceğine dair geleneksel öğretiye bizleri iade etmektedir. Böylece, teknolojik ütopyaların cazibesine kapılmak yerine, toplumsal gerçekliklerin karmaşık doğası üzerine geliştirilecek daha gerçekçi ve insan odaklı çözümlerin gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Yani daha kapsayıcı ve adil bir finansal sistemin hukuki ve ahlaki temelleri oluşturulmadan, salt teknolojik çıkışlar aramak ancak yeni bir finansal distopyanın temellerinin atılması demektir. Böylesi bir zafiyetin modernitenin teknolojiye yüklediği kurtarıcı misyonun bir yansıması olduğu açıktır. Teknolojik determinizm üzerinde inşa edilen bu mitin, nihayetinde küresel hegemonyanın yapısal çelişkilerini yeniden üretmesi kaçınılmazdır. Bu çelişkilerin sadece yeniden üretilmekle kalmayıp, ekolojik bir tahakkümle iç içe geçmiş yeni bir karbon fetişizmine de yol verdiğini belirtmek gerekir. Sadece Bitcoin’in yıllık enerji tüketimi, bazı gelişmiş ülkelerin yıllık enerji tüketimini aşmaktadır. Blockchain madenciliği, büyük oranda fosil yakıtlarla çalışan santrallerden elde edilen elektrikle yürütülürken, ekolojik endişelerin haksızlığından söz edilemez. Her ne kadar bir kripto para birimi olarak Ethereum 2022 yılında yaptığı güncelleme ile enerji tüketimini %99.9 azaltacak bir hamleye imza atmış olsa da, yine de bu atılım, kripto paraların varoluşsal sorunlarına dair genel bir çözüm sunmaktan ziyade, teknik bir iyileştirmeye karşılık gelmektedir.

Zira 2024 Mayıs ayı itibarıyla, CoinMarketCap gibi platformlarda listelenen kripto para sayısının 10.000’in üzerinde olduğu göz önüne alındığında, sürdürülebilirlik sorununun sadece belirli bir kripto para biriminin enerji verimliliğiyle sınırlı durmadığı, aksine sürekli ve büyük oranda spekülatif amaçlarla büyüyen bir ekosistemin daha ziyade bir fonksiyon sorunsalıyla karşı karşıya kaldığı anlaşılmaktadır. Paranın bir değişim aracı, bir değer ölçüsü, bir değer saklama aracı ve bir ödeme aracı olmak üzere işlev gördüğü göz önüne alındığında; kripto varlıkların bu fonksiyonların hangisini tam manasıyla yerine getirebildiği belirsizdir. Ayrıca yine insanların üç temel sebeple, günlük alım satım işlemleri için işlem saikiyle, gelecekteki belirsiz durumlar için ihtiyat saikiyle ve kar elde etmek için spekülatif saikle parayı talep ettiği göz önüne alındığında, kripto varlıkların sadece spekülatif amaçlarla yoğun olarak talep gördüğü anlaşılmaktadır. Bu durum, kripto varlıkların para olarak kabul edilip edilemeyeceği ve gelecekteki potansiyel rollerine dair önemli soruları beraberinde getirmektedir.

Zira bir varlığın para olarak kabul edilebilmesi için, yaygın olarak kabul görmesi, istikrarlı bir değere sahip olması ve temel ekonomik fonksiyonları yerine getirebilmesi gerekmektedir. Spekülatif bir işlevsizlikten beslenen söz konusu varoluşsal belirsizliğin, yeterince uzun vadede silkelene silkelene 80-20 kuralının merkeziyetçi dinamiklerine evrileceğini ileri sürmek elbette bir karamsarlık olmayacaktır. Servetin büyük bölümünün az sayıda yatırımcının elinde toplanma eğiliminin, nihayetinde sonuçların %80’inin nedenlerin %20’sinden kaynaklandığını öngören İtalyan iktisatçı Pareto’nun asırlık öngörüsünü teyit etmesi beklenir. Bu durumda, bir diğer İtalyan, sosyolog Robert Michels’in daha önce de ifade ettiğimiz ‘Oligarşinin Tunç Kanunu’nun da, bir başka boyutta, servet düzleminde teyit edilebileceği söylenebilir. Günün sonunda, merkeziyetsizliğin bir ütopya, merkezileşmenin ise bir zorunluluk olduğu gerçeğiyle yüzleşmek gerekebilir. Teknolojinin sunduğu alternatifler, tarihsel ve sosyolojik yasaların önüne geçemeyeceği gibi; aksine sadece onları yeni biçimlerde yeniden üretir. Zira mevcut yapıları kökten dönüştürme söylemi ile pazarlanan bu teknolojilerin, nihayetinde yeni güç odakları üretmesini engelleyecek hiçbir ahlaki değerin gözetilmediği bir ortamda, merkeziyetsizleştirilmiş bir yapının kurulması mümkün müdür? Meselenin salt teknolojik bir adaptasyon sorunsalı olmadığı, toplumsal yapının kaçınılmaz koordinasyonu gereksinimine karşılık geldiği ortadadır. Nihayetinde toplumlar, yalnızca algoritmaların sunduğu teorik özgürlük vaatleriyle değil ama bu özgürlüğü hak etmek üzere yüklendikleri yüksek ahlak ile yücelir. Bu yüzden olsa gerek, toplumsal dayanışmanın insani mayasıyla mayalanmamış hiçbir projenin tutmayacağı kesindir.